İyi yönetişim insanı insandan korur, yaşam kalitesini artırır

Posted by

Necmi ÇELİK

Argüden Yönetişim Aka­demisi kendisini, ka­mu, sivil toplum, özel sektör ve uluslararası kurum­larda yönetişim kalitesini ar­tırmaya adanmış bir vakıf ola­rak tanımlıyor. Akademi, ya­şam kalitesini geliştirmek ve sürdürülebilir bir gelecek oluş­turma amacıyla çıktığı yolcu­lukta, yönetişim kalitesini ge­liştirerek kurumlara duyulan güveni artırmayı hedefliyor.

‘Güven iyi yönetişimin özü, sürdürülebilir kalkınmanın temelidir” diyen Argüden Yö­netişim Akademisi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Yılmaz Ar­güden sürdürülebilirlik, ku­rumsallaşma ve yönetişimle il­gili DÜNYA Gazetesi’nin soru­larını yanıtladı.

Yönetişim kavramını na­sıl tanımlıyorsunuz?

İyi yönetişim, kurumlara du­yulan güveni arttırmanın yön­temi. Kurumlarına güven duyu­lan toplumlarda yaşam kalitesi daha yüksek oluyor. İyi yöneti­şim, paydaşlarının güven duy­duğu kurumlar ve sürdürüle­bilir bir gelecek için gerekli bir kültür. Yönlendirme ve göze­tim kavramlarını içeren yöne­tişim, toplumda karar vericile­rin toplumsal faydayı geliştire­cek şekilde yönlendirilmesi ve uygulamaların gözetilmesini sağlayan bir süreç.

Kolektif de­netleme ve yönlendirme meka­nizmasının oluşturulması, ku­rumlara duyulan güveni artırır. Bu nedenle, yönetişimi ‘kurum­sal güven’ olarak özetleyebili­riz. İyi yönetişim, iyi yönetimin güvencesidir; paydaşların bek­lenti ve çıkarlarını da düşüne­rek hareket edilmesini sağlaya­rak kaynakların ortak yarar için daha etkin kullanımını sağlar.

Güvenin sürekliliği nasıl sağlanabilir?

Güvenmek ve güvenilmek insan mutluluğunun temel taşları arasında yer alıyor. An­cak, güven kazanmak emek ve özen gerektirir. Güvenilir ola­bilmek, uzun bir zaman içinde elde edilebilen, ancak çok kısa sürede yitirilebilen bir değer.

Güvenin değişik boyutla­rı var. Birincisi, ahlaka güven. İkincisi, performansa güven.

Üçüncüsü ise, bu davranış biçiminin sürekliliğine güven. Üçü de birbirinden farklı un­surları içerebiliyor. Performans iyi olduğu zaman daha çok pa­ra kazanıyor, daha çok gol atı­yor, daha çok çocuğa destek sağlayabiliyorsun. Ancak per­formans, tek başına yeterli de­ğil. Ahlakına da güvenmen la­zım ki birisiyle evlenebilesin, arkadaş olabilesin, iş birliği ya­pabilesin, aynı masada otura­bilesin.

Performansı tek kriter olarak aldığımız zaman aslında güvenin birçok unsurunu zede­liyoruz. Performans çok önemli ama diğer unsurlarına da dikkat etmemiz lazım. Kurumlara gü­ven duyulduğu zaman, toplum­sal gelişme daha çok tetikleni­yor. Güven ahlakla birlikte var oluyor. Şöyle özetleyebilirim “İyi yönetişim insanlığı insan­dan korur.” İnsanlığı insanın za­fiyetlerinden korur, çünkü her insanda zafiyet var. Denetim, gözetim, doğru sistematik, şef­faflık tüm zafiyetleri azaltır.

Güven azalmasının ne­denleri olarak hangi faktör­leri görüyorsunuz?

Güven azalmasının altında yatan birkaç sebep var. Birin­cisi ve bence en önemlisi, bütün toplumlarda teşvik sistemleri­mizin bizleri çok kısa vadeli dü­şünmeye yönlendiriyor olması. Örneğin siyasette 4 senede bir seçim var. Avrupa Birliği’nde 28 ülke masanın etrafına otur­duklarında, ortalama ömürle­ri 2 sene kadar oluyor.

Yani 10 senelik bir konuyu konuşmu­yorlar çünkü 2 sene içerisinde yeni bir seçim geliyor. Kurum­lara baktığımızda, yöneticilere prim senelik olarak veriliyor. Doğal olarak herkes bu sene­nin sonunda ne performans el­de edeceğine odaklanıyor. Do­layısıyla bizim genelde hayata bakışımız da kısa vadeli oluyor. Bir başka örnek vermek gere­kirse, seyirci olarak maça git­tiğimiz zaman genellikle o ma­çın sonucuna bakıyoruz. Ligin değerini toplam olarak görmü­yoruz.

Halbuki bu maçı kazan­mak için yaptığımız bir davra­nış belki ligin değerini düşürü­yor. Bu nedenle, sadece hangi kurum olursa olsun kısa vadeli performans kadar belki ondan daha önemlisi uzun vadeli gü­ven oluşturmaya da odaklan­mamız lazım. Çünkü hayat tek­rar eden oyunlardan oluşuyor, bir sefer oynanmıyor. Ve güve­ni kaybettiğimiz zaman bütün oyunun değeri düşüyor. Akade­mi olarak sürdürülebilir bir ge­lecek için güvenin her şeyden önemli olduğuna samimiyetle inanıyoruz ve bunu sağlamaya çalışıyoruz.

Aile şirketlerine gelecek perspektifi olarak neler söylersiniz?

Kurumsallaşmanın tanı­mını iyi yapabilmek gereki­yor. Bir kurumda çalışanlar her olayda ne yapılması gerek­tiğini talimat almadan biliyor ve yapıyorsa kurumsallaşma olmuştur. Bu kutup yıldızı gi­bidir ve hiçbir zaman bu tanı­ma tam olarak ulaşılamaz. An­cak bu kurumsallaşma tanımı kutup yıldızı gibi yol gösterir. Dolayısıyla kurumsallaşma­nın bitmeyen bir süreç olduğu­nu söylemek mümkün.

Kont­rol edilmeyen güç, güç değildir. Mutlaka her güç kontrol edil­meli. CEO’nuz da kontrol edil­meli. Genel müdür de kontrol edilmeli. Genel müdür hisse­dar olsa da kontrol edilmeli. Çünkü o sadece hissedara ça­lışmıyor, çalışanlarına da ça­lışıyor. Diğer paydaşlarına da çalışıyor. Topluma da çalışıyor. Örneğin bağımsız yönetim ku­rulu üyelerinin olması, gerçek­ten bağımsız davranabildikleri bir ortam ve kültür yaratılması aslında ailenin sürdürülebilir­liği ve ailenin çıkarları için de faydalıdır.

Bu konuyu biraz örnekle­yerek açıklayabilir misiniz?

Yine futboldan örnek verelim. 40 yaşından sonra futbol oyna­yıp da çok başarılı olan oyuncu yok. 40 yaşın üzerinde oynayan belki 1-2 yıldız isim vardır. Şir­keti kurarken tabii ki hissedar oluyorsun çünkü çok fazla para yok. Bütün emeğini veriyorsun.

Belli bir yere getirene kadar yö­neticiye para vermiyorsun, ken­din yönetiyorsun. Ve belli bir yere geldikten sonra, yani belli bir yaşı geçtikten sonra da yö­netmen gerekmiyor, patronlu­ğa terfi etmen lazım. Patronluğa terfi etmek demek iyi yönetici­yi seçmek, onu doğru yönlendi­rip onu yeteri kadar gözetebil­mek demek. Onun yerine geçip o işi yapmak demek değil. Onun yerine geçip yapmaya çalışmak, 50 yaşında futbol oynamaya ça­lışmak gibidir.

Aile şirketlerin­de aileden gelen herkesin iyi yö­netici veya çocukların hepsinin yönetici olması gerekmiyor. Yö­neticilik yapmaları gerekmiyor ama patronluk yapabilirler, his­sedarlık yapabilirler. Bu şapka­ları ayrıştırmak kurumun da­ha uzun süreli yaşamasına, da­ha az hata yapmasına ve daha çok değer yaratmasına yardım­cı olur. Düzgün bir yönetim ve denetim sistemi varsa hangi yö­netici gelirse gelsin hata yapma olasılığı azalır veya yaptığı ha­talar çabuk görülür. Temel tav­siyem şu, kendi hayatınızdan daha uzun vadeli bakın.

“Deprem sonrası yeniden yapılanmaya bütünsel katkı sağlamaya çalışıyoruz”

Dr. Yılmaz Argüden, 6 Şubat 2023 depreminden etkilenen 11 şehirde iyileştirme ve yeniden yapılanma çabalarına iyi yönetişim kültürüne dayalı bütünsel bakış açısıyla katkı vermek amacıyla oluşturdukları Afetten Kalkınmaya Sivil Etkileşim (AKSE) adlı proje hakkında şunları söyledi; “Afetler kaçınılmaz, ancak afete hazırlık, dayanıklı bir gelecek için yatırımdır.

AKSE ile farklı paydaşların çabalarının daha etkin sonuçlar üretmesi için sivil izleme, değerlendirme ve katılım süreçlerinin güçlendirilmesini hedefledik. İyileştirme ve yeniden yapılanma süreçlerinde yer alan kamu, özel sektör ve sivil toplum aktörlerinin bütünsel bakış açısıyla ve iyi yönetişim kültürüne dayalı olarak daha fazla uyum ve eşgüdüm içinde hareket etmelerini desteklemeyi öngörüyoruz. Nihai olarak, hem zaman ve kaynak kayıplarının azalmasını hem de afetten etkilenen şehirlerde daha dayanıklı, kapsayıcı ve sürdürülebilir kalkınmanın hızlıca tesis edilmesine katkı vermeyi hedefliyoruz.

Bu vizyondan hareketle, Sivil Etkileşim Değerlendirme Modelini geliştirdik. Sivil etkileşim katılımcı demokrasinin temeli. Kamunun başka karar ve uygulamalarında da kullanılabileceği gibi şirketlerin paydaş etkileşiminde de kullanılabilecek bir model.

Sivil Etkileşim Modeli ile afet öncesinden sonrasına tüm karar ve uygulama süreçlerinde şeffaflık, kapsayıcı ve anlamlı bir katılımcılık anlayışının etkin olarak uygulanmasına yardımcı olmayı hedefliyoruz.”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir